10 Aralık 2013

Orada, bir ev var uzakta.

Bir sonraki durak o kadar da uzakta değilse alması çok zor bir karar olabiliyor on dakika sonraki otobüsü yaprakları arasından yağmurun ufak ufak çiselemesine aldırış etmeyen bir ağaç altında beklemek. "İki adım yürü yahu ne olacak" argümanının zihnimin koridorlarını çıtır pıtır kemirmesine boyun eğiyor ve yürümeye başlıyorum. Sıradaki durağa pek kısa zamanda ulaşınca hiç üstelemeden bir sonrakine yollanıyorum. Yolum sucuk yolu, inceden farkındayım, ama hiç bozuntuya vermeden göğsümde yumuşatıyorum sert yağmur katrelerini. Yüzümde gözümde de yumuşatıyorum tabii haliyle; yağmur adres sormaz ki, yaktın beni en derinden...

5 Aralık 2013

5 Aralık.

Aralık daha erken bu sene. Eylül sonrasını çiz, bomboş. Hatta burayı toptan çiz aslında.

Zaman kavramının yanıltıcı olduğunu düşünüyor ve fakat yine de alamıyorum kendimi gecikmelerden bazı bazı.

Yoruldum demek çok ayıp.

23 Eylül 2013

Peki.

- Dur. Bir şey söyleme. Bekle.

Peki. Duracağım, susacağım, bekleyeceğim. Peki ne zaman geleceğim?

- Sabret. Daha zamanın gelmedi.

Peki. Sabredeceğim. Peki bu gürültüsü sokakların, bu kara duman, peki ya bu rüzgâr esecek mi yine?

-Sabret. Gününü bekle ki sözün yerde kalmasın. Bu dediğimi unutma.

Peki. Sabredeceğim. Ama sanılmasın ki susmam bilmediğimden. Bilen biliyor.

- Aferin. Ben adamımı doğru seçtim. Günü gelecek, söyleyeceksin.


21 Eylül 2013

Ağustos.

Olabildiğine gri ve kahverengi bir günün ardından güneş doğdu akşam saat sekize yirmi dört dakika kala. Masamı, kitabımı, defterimi ve yer yer kendimi yakıp güneşin şu rengini aramak istedim alevlerin arasında. 
Biri artık bu müziği durdurmalı. Susulsun istiyorum.
-20 Ağustos, bizzat kendisi-

29 Temmuz 2013

Bazı sabahlar.

Uzun süredir görüşülmemiş arkadaşlar ile zaman içinde ortak sohbetlerin bir bir yitirilmesi sonucu sıkıntıdan sıkıntıya gark olunan bir mecliste, peşi sıra açılan birbirinden habersiz mevzulara dair olasıya devrik cümlelerin ince ince dokunup nihayete vardığı noktada bana başka bir dilde daha "soyun" demeyi öğretmesi değilse nedir kaderin cilvesi?

İyileşmeden uyandığım sabahlar ile dolu bu ev, yenildiğim ama yenilenmediğim gecelerin ardından, zevk uğruna devrilip anlamları sağa sola saçılan son cümlelerini tutamadığım gün daha doğmadan.

3 Temmuz 2013

Bazı sorular.

Hiçbir şey yoktu zihnimde, ne bir sahne ne bir söz. Yine de açtım defterimi. Daha ilk sesini mürekkep ile ince ince ıslatamadan kalemim elimden düştü. Çarptı. Kırıldı. Durdu. Uzanıp aldım.

Peki.
Kalem neden düştü? Evrenin uyum içerisinde nihâi sona ilerleyen, görülen ve görülmeyen bu düzeninde kalemin düşmesinin nasıl bir yeri, ne anlamı var? Bugün bu an burada bu kalem düşmeseydi, hangi gün nerede neler nasıl olacaktı? Bugün bu an aslında ne zaman? Burası aslında neresi? Bu kalem aslında kim?

19 Haziran 2013

Bazı şarkılar.

Şimdi, tam şimdi...
Mehtap var. Satır satır rüzgârlar esiyor üzerinden. Kâh saçları uçuşuyor, kâh sayfaları. Kim bilir kuşlar, böcekler, ağaçlar, otlar ve hatta toprak bile neler neler anlatıyor. Hepsine borçluyum zerreme kadar lâkin hiçbirini duymuyorum; bazı şarkılar çalıyor.

11 Haziran 2013

Umut.

Gösteren ve göstermeyen yaşlarım vardı. Kibrit suyu sıktım hepsinin halkasına. Yandım. Dallarım, yapraklarım, o gölgelik...

Nefsim kesti nefesimi.

Sandım ki ışık olacağım, küle döndüğümden habersiz.


Bir tohum daha getirir misin bana ey rüzgâr?
Dutluk olur mu yine hep buralar?

29 Mayıs 2013

Işık.


Beyaz bir gömleğim var, sakallarım uzadı.

Hangi fırtınada batan, hangi geminin külleri bunlar? Kırık, dökük, yaşlı ağaçlar. Yıkık bir kulübe var az daha ileride. Terk edilmiş diyarlar. Her şey soluk, deniz bile, gök bile. Birazdan kafamı çevireceğim güneşe doğru ve yalnızca eski bir resim kalacak geriye. Suyu adımlayacağım ardımda minik izler bırakarak. Ellerinden tutacağım yüreğimin en derininde gezerken.

Parlak, sıcak, mavi ve sarı bir kumsalda yürüdüm. Kısa kısa, kesik kesik. Hepsini hissettim, hepsini gördüm.


Beyaz bir gömleğim var, ve evet, sakallarım uzadı. Aslında sadece o kadar.


8 Mayıs 2013

Kısa. III.

Dalından erik yiyebilmek için kulübenin damına çıktığım gün meğer en güzeliymiş ömrümün.

Kısa.
Virgülsüz.
Birkaç gecedir.

1 Mayıs 2013

Kısa. II.

Yine böyle bir geceydi. Yine baharları anlatan, denizleri anımsatan şarkılar dinliyor, rastgele eski defter sayfalarını çeviriyordum.

Görüyorum. Dün satırlarca heves ettiğim, hayalini kurduğum tüm yalnızlıkları soluyorum bugün.

Bu kâbusu bildim de yumdum gözlerimi. Ölmeden uyanmayacağım.

Kısa.
Üç satır.
Adını bilmiyorum.

22 Nisan 2013

Kısa. I.

Yıllar sonra açık bırakıyorum penceremi bu gece. Bir ıslık çalarsın belki apar telaş uyandığın bir kâbusu unutmak isteyip, rüyalar çalarım gökyüzüne.

Kısa.
İki cümle.
Tek gecelik.

25 Mart 2013

Petek Perçek.

Durdum. Ekmeğimin üzerine düşen kar tanelerine baktım. Dokunmadım. Duvara yaslandım ve yemeğe devam ettim.

Her şey olur. Hiçbir şey olmaz. Peki sen neresindesin bu deryanın? Hangi sorulara, ne kadar cevap verebileceksin? Ne kadarını görebilecek, ne kadar sevebileceksin?

15 Şubat 2013

Birdenbire.

"Sevmiyorum yahu herkesi sevmek zorunda mıyım?" dedim. Vurguyu cümlenin sonuna tekabül ettirerek soru işaretini de pekâlâ seslendirdim. Biraz lüzumsuz oldu lâkin asabiyet mevzu bahis. Bir sezaisyan atarında olmasa da gayet keskin sirkeyim. Küpümle de pek aram yok zaten, hiç ipim değil.

25 Ocak 2013

Rebeka.

Sazlı sözlü serin, nabzıma şerbet esintilerin. Yanın güzel.

Lâkin bu yanıklar hep sütten ve gördüğün üzere şimdi artık yalnızca haydariye üflemiyorum. Sen gözlerimin içine baktığında o da yakıyor, o kadar olur. Çok güzel bakıyorsun. Gözlerimin içine bakarken çok güzelsin, gülümserken.

3 Ocak 2013

Veda. II.

"Ben yetişmiş bir meyvayım, beni tutan sap inceldi artık pıt der düşebilirim her an, hakkını helâl et."

Gözlerinin içine bakmayı becerebildim alnım omzuna düşmeden önce. Bana bunu söylerken bile aslında benim kendisine borçlandığım adam benden helâllik istiyordu. Yorgundu, çok yorgundu. Ellerinden, yüzünden, gözlerinden, sesinden okunuyordu yorgunluğu. Olmuştu; aynen tarif ettiği gibi bir meyvaydı ve artık sahibine, ona hayat verene dönmek istiyordu.