25 Şubat 2010

Yoldan geçen.

 

Ne çok olmuş sesini duymayalı. Yürüyemediğin zamanları bilirdim, konuşuyorsun bile şimdi. 
Ne çok olmuş... Neler olmuş...
Kurallı düşüncelere hasret, devrik duygularla dolmuş satırlar.
Gittim. Dünya dönüyordu hâlâ, kızdım, durdurduğumu sandığım yerlere gittim. Hiçbir şey olmadı. Hiçbir şey olmamış zaten meğer. Ne mutluluğun fotoğrafında çıkmışım, ne de mutsuzluğun filminde başrolüm. Yoldan geçen biri vardı, ben oymuşum. 
Hep de bunu hatırlarım mâziye dönüp. Ama geri geldim ben artık, bir kısmımı oraya gömüp.
Tamam. Tam değilim ama, tamam.
Şarkılarım var yine, masallarım...
Evet, sen, kaçan balık.
Bak bu benim. Yoldan çıktım yürüyorum. Buradayım, görüyor musun? Benim ezgim, benim sözüm, benim ıslığım etrafında esen. Beni duyuyor musun? 



Bunlar gibi daha kaç gereksiz cümleyle kağıtları kirletmezsem bir ağaç kurtarabilirim?
Bir soruyu anlatım bozukluğu sınırlarında ne kadar sürdürebilirim?

Şimdi, bitirebilirim.