27 Aralık 2008

27 Aralık.

incineceksin jale katrem.
kar tanem,
nefes alsam eriyeceksin
şarkılar söyleyemem.

esme vaktim geldi bu şehirden.
peşimde zaman.
penceremin perdesini havalandıran
ölümün peşinden.

24 Aralık 2008

Merdivende Zıpzıp.

Damlalarım dökülür
sökülür gider renklerim
cenklerim durur biter
yitergider heyecanlarım
anlarım her şey zamanlık
karanlık ardından geriye kalan
talan olur topraklarım sessiz
sensiz aldığım nefes yalan...


Böyle bir söz sanatı var mı?
Yoksa eğer, keşfetmiş olduğumdan mütevellit, isim babası olma hakkımı kullanıyor ve bundan böyle "Merdivende Zıpzıp" şeklinde anılacağını ilan ediyorum.

"...dizelerinde, şair merdivende zıpzıp yapıyor..."

15 Aralık 2008

Sürpriz.

...şimdi verilmeyecek hediyeler alıyor, yapılmayacak sürprizlere iliştiriyorum, kendi kendime öyle. Ne olduğu tahmin edilmeyecek, paketi açılmayacak sürprizler...

sürpriz sürpriz sürpriz haaaapşu...

11 Aralık 2008

Kuşburnu ağacının hemen önünde.

Tam şurada işte, kuşburnu ağacının hemen önünde.

Çok da geçmedi üzerinden üstelik daha geçen yaz. Ben yere çömelmiştim sen dizime oturmuştun. Bahçenin en tatlı renkli gülünün rengindeydi eteğin, bahçedeki en güzel gülün üzerindeydi. Ben belini sarmıştım sen boynumdan tutunuyordun. Dokunuyorduk birbirimize. Nasıl bir his yayılırdı içimize birbirimize dokunurken hatırlıyor musun? Sırt sırta uyurken bile dokunmak, hissetmek isterdik hatırlıyor musun? Yaşamak ne güzeldi, hatırlamak ne güzel.

Yasak artık hatırlamak, düşünmek seni. İzin vermiyor. Aldı fotoğraflarını, yazdıklarını. Bana hediye aldığın kutu içine doldurup yaktı hepsini. Ateşi seyrettim. Söndü, bir bir söndüler. Zihnimdekilere göz dikti sonra. Siliyor resimlerinin köşelerini, kelimeler çalıyor cümlelerinden. Dayanmak güç. Mevsimler geçiyor. Kuşburnu ağacının yaprakları yok şimdi bir iki çürük meyve kalmış dallarında. Yerler sararmış yapraklarla dolu, çıtır çıtır her adım.


Ayrı bir güzel burada 
 her mevsim,
  her gün,
   sensiz ayrı hüzün.

Alışmak ne zor.

24 Kasım 2008

24 Kasım.

bir yağmur, aniden,
çarptıkça hüzün veren,
çarptıkça özlem...

boş odalar,
boş sokaklar,
arabalar, otobüsler, mağazalar, sinemalar...
bu şehir boş bir karanlık artık
sensiz gökyüzünde yıldızlar, ay renksiz
yeryüzü uzak, nefesim sessiz...

bir veda sahnesi, rüzgar gibi
her estiğinde kesen
kıyan, kavuran...

damlalar dindi, aniden,
sustukça hüzün veren.
sustukça seni özledim ben...

23 Kasım 2008

Mühendis.

...peki mühendisin yaptığı iş nedir?
İnsanoğlunun tabiatında istemek, arzulamak vardır. İnsandan insana değişebildiği gibi, tarih sahnesini irdeleyerek bazıları için genelleme yapmak da mümkündür; çünkü hepsi belli temel içgüdülerin hayata aktarımıdır. Sırayla; yaşamak, güvende olmak yani kontrolü elinde bulundurmak ve o güven içinde sonsuz olmak yani ölümsüz olmak şeklinde çok genele indirgenebilir bu güdüler. Mühendis, işte tam bu noktada, insanın yaşadığı ortama ve çevresine dair duymayı arzuladıklarını -duymak burada duyu organları ile yapılan eylem anlamında kullanılıyor- inşa eden, hayata geçiren, talebe arz eden, soruna çözüme sunan kişidir. Dolayısıyla duyduğunu tetkik etme aşamasında sorunu ya da arzulananı irdeleyen mühendis bir sonraki aşamada da çözümü ya da arzı üretir.
Mühendis duyduğunu tetkik eden ve ulaştığı tespit doğrultusunda inşa eden kişidir.

15 Kasım 2008

Mektuplar.

Mektupları özledim. Aslında hiç gerçek bir mektup yazmışlığım yok, ama özledim. Ne kadar çok kelime tüketiliyor internette, cep telefonunda...Oysa ne güzelmiş kağıt üzerindelerken. Bugün bir sürü kağıt buldum, üzerleri paha biçilemez kelimelerle dolu. Tam olarak mektup gibi değil bir kısmı ama yine de bambaşka bir kokusu var. Hiç bu kadar gülümsememiştim son zamanlarda. Birini buraya eklemiştim ama çıkardım şimdi, hata yaptığımı gördüm. Bu denli özel, öznel kelime dizileri burada olmamalı; burası değil ait oldukları yer.
Mektup yazasım var çok. Dökesim, dökülesim var. Bu yüzden burayı çok sık kullanmaya başladım galiba. Bir yazdığımı bir daha yazıyorum, ekliyorum, kesiyorum, kaldırıyorum. Pff
garip bir şey olmaya başladı bu blog, ya da ben...Defterlerim de çok farklı değil aslında. Kendi kendime karalıyorum sayfaları, öylesine. Anlam teşkil eden ses toplaşmalarından daha ziyade hıçkırığını duyurmaya çalışan bir çocuğun gözyaşları gibi kelimelerim. Belki de kağıtlara ağlamak yerine yastığa yazmayı tercih etmeliyim.
Kurtardığım kurşunlar ile de ruletteki şansımı arttırabilirim hem.

Sevgili sevgilim,
Sen bu mektubu okurken ben çok uzaklarda olacağım...Bıdı bıdı bırt...

11 Kasım 2008

Öleyazmak.

Her an hikayelerle dolu. Kimi biten kimi başlayan...


Canlarım, güle güle...
Dayıoğlu, hoşgeldin...

Öldürecek kadar canımı yakabilir miyim yazdıklarımla? Öleyazmak çok uygun bir ifade olabilir bu intihara.

9 Kasım 2008

Müzik.

Şu an isimlerini vermek istemediğim ama hangileri olduğunu gayet iyi bildiğiniz düşüş şarkılarının söz yazarları, onları besteleyenler ve söyleyenler, sizlere sesleniyorum!
Yaşadıklarımı, hikayemi çalıyorsunuz heybemden! Yeter! O şarkılar benim! O hayaller, o gözyaşları benim! O aşklar, o kırıklar benim! Ben güldüm, ben ağladım, hepsini ben hissettim!
Beni benden çalıyor, dağıtıyorsunuz!
Durun artık!
Beni darmadağın ediyorsunuz...
Durun artık...
Canımı yakıyorsunuz...
Durun artık...



Laneti midir müzik insanoğlunun?

Lanet.

Nerede ben varım, orada gözü yaşlı bir sen varsın.
Ben senin hiç gün yüzü göstermeyen lanetinim.

7 Kasım 2008

Hatırlar mısın,


Yitirdim. 
Geride dört duvar, bir çatı, bir de sallanan koltuğumuz verandada...

Raflar yıkılmış, kitaplar paramparça...
Nasıl da özenirdik oysa hatırlar mısın birer birer ayıklamıştık aynılarını taşınırken, uzaktaki bir okula göndermiştik. Her türe ayrı tarz kitaplık, özel serilere özel raflar, özel yazarlara özel bölümler...Her fuardan yenileriyle gelirdik sonra sabaha kadar sığdıracak yer arardık. Sonra dayanamaz birini alır okumaya başlardık. Ne güzel okurduk sarmaş dolaş hatırlar mısın, ne güzel uyurduk sonrasında...

Bir melek fotoğrafımızı çekmişti biz uyurken hatırlar mısın, sırt sırta ama yine birbirimize dokunmaya çalışırken...

Yitirdim. 

Dört duvar, bir çatı, bir de sallanan koltuğumuz verandada...

Az ileride bir mezar. Açık kahve Toprağına yeşil Yapraklar düşmüş. Taşta bir not, "Daha kalıcı bir iyilik için..."

Mâi bir çiçek dikmiştin mabedime, hatırlar mısın?

26 Ekim 2008

Hiç istemedim.

Şimdi bir ayrılık hikayesi yazmak gerek,
Ölçüsüz, kafiyesiz ve olabildiğine arabesk.
Ne elimde derman var, ne kalemimde
Ne dilimde bir şarkı, ne bir şiir heybemde
Gözlerimin kilidini açmak ister misin?
Acı bir hikayem var, yazmak ister misin?


İstemiyorum. Yazmak istemiyorum. Bunun bitmesini istemiyorum. Her gün tatlı yüzünü görememek, sevimli sesini duyamamak istemiyorum. Seni koluma takmadan caddeleri yürümek, tek başıma merdivenleri inmek istemiyorum. Gideceğin yere seni götürememek, yoluna ve zamanına eşlik edememek istemiyorum. Aldığım şeyin bir parçasını seninle paylaşamamak istemiyorum. Cebimde elini ısıtamamak istemiyorum. Elimi götürdüğümde omzumda yaslı başını bulamamak, saçlarını okşayamamak istemiyorum. Uykuya senden bihaber gitmek istemiyorum. Karanlık bastığında ışıltılı yüzünü düşleyememek istemiyorum. Korktuğunda seni sarıp saklayamamak istemiyorum. Seni gıdıklayamamak istemiyorum. Seni şakalarla kandıramamak istemiyorum. İnadınla oynayıp seni kızdıramamak istemiyorum. Filmlerin, şarkıların, kelimelerin, müziklerin, günün, gecenin bittiği yerde dönüp sana bakamamak, sebepsiz yere gülememek istemiyorum. Uzanıp seni öpememek istemiyorum.
Ağladığını görememek istemiyorum.
Güldüğünü görememek istemiyorum.
Aldığım nefesten uzakta olmanı istemiyorum.
Seni özlemek istemiyorum.

Sonun izi bu yazı, bir veda, ve ben yazmayı hiç istemedim...

12 Ekim 2008

Elinde ne kadar huni varsa gönder Selami...

Sanırım birkaç sahne aktarırsam gözünüzde canlandırmanız daha kolay olacak:
Bir ara Volkan ellerinde birer sandalye ile Zırtlılara doğru koşuyordu, sandalyelerde oturan insanlar vardı. Aynı sırada ben projektörün kablosuyla dönüşte denize atacağımız Zort katılımcılarının ayaklarını bağlıyordum, Ozan'ı da çuval aramaya göndermiştim. İsmail ise bir kurnaz tilki gibiydi, Zart'ı içerden fethetti, son gördüğümde komitelerindeki tüm dişilerin başlarına kırmızı birer başlık bağlamış, ormana çiçek toplamaya götürüyordu.
He he şaka lan şaka inanmayın.
Ama çıkışta baya dövdük insanları. Ciddiyim. Zorla aldılar elimden güvenlik görevlileri. Tek başıma aralarına dalıp ağızlarını burunlarını kırdım üç kızın.
Hi ho şaka lan bu da.
Ama harbiden kavga çıktı. Ben üç komitenin arasına daldım. Acayip dayak yedim. İnsan gibi dövmediler. YTÜ Mediko Acil'deyim şu an.
Şaka lan, öyle bir acil servis mi var deli misin.
Ama şöyle bir gerçek var ki katılımcıların büyük bir kısmı geri dönemedi, bazıları hala katılım halindeler orada. Toplantı odasına kilitleyip odayı ateşe verdik. Yaptık bunu. Kökten çözüm, 3000 firma. Yarın sabah 6'da yönetim kurulu toplantısı yapıp firmaları kendi içimizde paylaşacağız.
Şaka lan he he manyak mısın olur mu öyle şey, 7'de toplantı! 
Ha ha şaka lan.

Uyuyun artık, bitsin bugün.

26 Mayıs 2008

19 Mayıs 2008

19 Mayıs.

n 0 a x
(12/05/2008 - 10:24)
mekatronikçiler ilerde makinacıların yerini alabilirler mi, ne yaparız mekatronikçi olunca?

emre d.
(12/05/2008 - 10:34)
yerde can çekişmekte olan cyborg'un etrafında toplanan ve aletin manyetik alanını sapıttıran bilinçsiz kalabalığa "açılın ben mekatronikçiyim" denilebilir

   


Erik çekirdeği ile dilimi kestim, gelecek tekliflere açığım bonservisim elimde.

18 Mayıs 2008

50-28=30

28 liralık hesap için uzatılan 50 liranın üzerini beklerken:

1
-30 yeter bana uğraşma yoksa
-..
-30 kafi
-hesabınız 28, 22 vereceğim
-çok dertliyim

2
-30 yeter bana uğraşma yoksa
-..
-30 kafi
-hesabınız 28, 22 vereceğim
-çok tatlısın

3
-30 yeter bana uğraşma yoksa
-..
-30 kafi
-hesabınız 28, 22 vereceğim
-30 yaparız onu biz ver şu elini

4
-30 yeter bana uğraşma yoksa
-..
-30 kafi
-hesabınız 28, 22 vereceğim
-isteyenin bir yüzü vermeyenin...

5
-30 yeter bana uğraşma yoksa
-..
-30 kafi
-hesabınız 28, 22 vereceğim
-hıı 2 lira bahşişi unuttun o zaman inşallah?

6
-30 yeter bana uğraşma yoksa
-..
-30 kafi
-hesabınız 28, 22 vereceğim
-canım, gönlünden ne koparsa!

7
-30 yeter bana uğraşma yoksa
-..
-30 kafi
-hesabınız 28, 22 vereceğim
-peki 30 verebilecek birini tanıyor musun?

8
-30 yeter bana uğraşma yoksa
-..
-30 kafi
-hesabınız 28, 22 vereceğim
-biz 30'a hazırlanmıştık ama

9
-30 yeter bana uğraşma yoksa
-..
-30 kafi
-hesabınız 28, 22 vereceğim
-hoş değil

10
-30 yeter bana uğraşma yoksa
-..
-30 kafi
-hesabınız 28, 22 vereceğim
-üç onluk olsun mümkünse

11
-30 yeter bana uğraşma yoksa
-..
-30 kafi
-hesabınız 28, 22 vereceğim
-adın ne senin?

12
-30 yeter bana uğraşma yoksa
-..
-30 kafi
-hesabınız 28, 22 vereceğim
-defol git buradan!

13
-30 yeter bana uğraşma yoksa
-..
-30 kafi
-hesabınız 28, 22 vereceğim
-sen farklısın diye düşünmüştüm...

14
-30 yeter bana uğraşma yoksa
-..
-30 kafi
-hesabınız 28, 22 vereceğim
-sen seçilmiş kişi olmalısın!

15
-30 yeter bana uğraşma yoksa
-..
-30 kafi
-hesabınız 28, 22 vereceğim
-ne bu tavırlar böyle kuzum?

16
-30 yeter bana uğraşma yoksa
-..
-30 kafi
-hesabınız 28, 22 vereceğim
-vermezsen adam değilsin!

17
-30 yeter bana uğraşma yoksa
-..
-30 kafi
-hesabınız 28, 22 vereceğim
-pis zenci!

18
-30 yeter bana uğraşma yoksa
-..
-30 kafi
-hesabınız 28, 22 vereceğim
-sinirliyken çok seksi oluyorsun

19
-30 yeter bana uğraşma yoksa
-..
-30 kafi
-hesabınız 28, 22 vereceğim
-vat da fak ar yu tolking ebaut!

20
-30 yeter bana uğraşma yoksa
-..
-30 kafi
-hesabınız 28, 22 vereceğim
-sen benim kim olduğumu biliyor musun?

1 Mayıs 2008

İyi mühendis.

Tel zımba makinesi yapmayı bilen mühendis, iyi mühendistir efendiler.

Bazen gerçekten de dalga geçtiklerini düşünüyorum. Sonra geçiyor bu düşünce ve tembel olduğum gerçeği kalıyor sadece.

Hominidi gırtlak.
Abidik gubidik.

27 Nisan 2008

27 Nisan.

Bir ben var aslında benden öte benden içeri
Çocuk olup şarkı söyleyesi gelir göl kenarındaki kuşlarla
Ama çocuğum düşer içimden şarkı feryat olur göl gözyaşı

Kafamı öne eğer susarım...

26 Nisan 2008

26 Nisan.

Yakamadım.

Tutuldum, tutuşturamadım.

Yangın oldum yandım,

Bir kıvılcım olamadım.

Üzerine damlayamadım.

Tutuldum, tutuşturamadım.

Yakamadım.

(müzik girer)

Sevemedim ben bugünü
Sevemedim başından
Göremedim geçtiğini
Yanıbaşımdan, her yanımdan


18 Nisan 2008

18 Nisan.

Yalnız kaldığımda hep defterime uzanıyor elim. Çoğu zaman yazacak birşeyim de olmuyor, uzandığımla kalıyorum, ve yalnızlığımla. Yani kendimle, benle ve hiç olmadığı kadar olmayan senle.
Öyle...

1 Nisan 2008

Günce.

Yavaş yavaş kapanıyor defterlerin, kağıtların, kalemlerin devri. Bilgisayarın sunduğu hız ve zengin düzenleme seçenekleriyle başa çıkması çok güç kağıt kalem kokusundaki cazibenin. Ben direniş saflarındayım; sağımda, solumda, masamda, çantamda, her yerimde rastlanabilecek defterlerimden anlaşılabileceği üzere.

Peki, bu blog niye?

20 Şubat 2008

Uykular. Gerçekler.

Bir rüya mıydı dün yaşadığım
yoksa bir kabusu mu yaşıyorum bugün?
İkisinden biri gerçek olmamalı,
İkisi birden gerçek olmamalı.

15 Ocak 2008

15 Ocak.

ikisini de kendi limanlarına itip dinen fırtınanın ıslığı susalı bir saate yakın olmuştu. sessizlik yüzlerini yalarken koltuğun az ilerisindeki diğer yüreğin yakarışını da kulaklarına fısıldıyordu sanki:
"gelir misin?"
suçluluk hissi sızlattıkça yakarış daha da içli oluyordu:
"gel...gel lütfen..."
fısıltıyı dillendiren kız oldu:
-seni öpüp omzuna yatabilir miyim?
çocuk cevap vermedi. kıza döndü. mercan mavisi, gök mavisi, deniz mavisi ama hepsinden çok sevda mavisi gözlerinin içine baktı kızın. gözlerini konuşturmaya, "seni seviyorum" demeye çalıştı. kıza uzandı elleri, yüzünü avuçlarının arasına aldı. fırtınadan arda kalan iki tatlı sıcak esinti birleşti dudaklarında...
gözlerini açtıklarında zamanı yitirmişlerdi, ne kadar vakit geçtiğini tahmin edemediler. başbaşa verdiler. özür diledi çocuk. özür diledi kız. kollarının arasına aldı çocuk kızı. kız ellerini çocuğa doladı. rüzgar olup, su olup, ateş olup birbirlerini sardılar.