21 Ocak 2010

Bavul diyalogları. I.

Bavul sen mi büyüksün ben mi? A.... Yeneceğim seni bavul...
-Maske aldın mı?
-Ne?
-Maske maske, şunlardan. Kaç tane istiyorsun?
-Şu puantiyeliler kaça olur en son?

-Maske aldın mı?
-Ne?
-Maske maske, şunlardan. Kaç tane istiyorsun?
-Oink?!


-Maske aldın mı?
-Ne?
-Maske maske, şunlardan. Kaç tane istiyorsun?
-E tazesinden bir yarım kilo sar bari...


-Maske aldın mı?
-Ne?
-Maske maske, şunlardan. Kaç tane istiyorsun?
-Dur anneciğim şu yangın tüplerini koyayım önce...


-Maske aldın mı?
-Ne?
-Maske maske, şunlardan. Kaç tane istiyorsun?
-Tek sıkımlık yeter anne. Şöyle şakağıma dayarım diyorum, götürür bence doğrudan hı?


-Maske aldın mı?
-Ne?
-Maske maske, şunlardan. Kaç tane istiyorsun?
-Hangi hunimi alayım pembe mi yavruağzı mı?


-Maske aldın mı?
-Ne?
-Maske maske, şunlardan. Kaç tane istiyorsun?
-Bir tane yeter anne her akşam yıkar kalorifere koyarım.


-Maske aldın mı?
-Ne?
-Maske maske, şunlardan. Kaç tane istiyorsun?
-İki Wolver, iki de Zorro ver...


-Maske aldın mı?
-Ne?
-Maske maske, şunlardan. Kaç tane istiyorsun?
-Aldım ben aldım. Aldım ya. Aldım ben...




Bir gözü daha büyük, bir kaşı daha havada, gagasının kenarından septik gülümseyen ve şaşkın bakan bir horoz düşün. Heh evet, işte o. Çağrı onun adı. Merhaba. Hı hı benim o.

14 Ocak 2010

Seyre daldım.

Seyre daldım.
Duymadan, dokunmadan. Derine inmeden ve kimseye değmeden.
Neden?
Sorması ne gereksiz. Sonrası hep sessiz. Sedasız.
Satırlardır sevdasız.
Satır aralarında yalnız ama görünmeden ve göstermeden içimi. İzimi düşürmeden çökmeden karanlık.
Anlık.
Geçmişe geleceğe ilişmeden. Hep kısa zamanlık.
Sorma niçin, neden. Yorma, sorması gereksiz. Cevabım yok, sonrası sessiz.
Soluksuz, nefessiz.
Öylece kaldım.
Kırıldım, kesildim, sadece kandım. Kana kana yandım.
Kül oldum öldüm.
Öldüm de uyandım.
Yeniden döndü âlem, ben durdum seyre daldım.


Sorma neden, yorma, gereksiz.
Cevabı soruda gizlenir, usulca, sessiz:
Sen neden diye merak edersin
Ben sensiz, nedensiz.

5 Ocak 2010

Evet topalladım.

Topalladın mı dedi.
Evet topalladım. Uğraşıyorum. Toparlamaya uğraşıyorum. Belki de yıkılmalıyım. Sonra yeniden...
Yol kısalmıyor dedi.
Kısalıyor aslında ama diyemedim. Her gün biraz daha eksik, her gün biraz daha yalnız...
an be an kısalan zaman ölümle aramdaki. farkında mısın ki?

1 Ocak 2010

Dumanlanıyorum.

Koltuğa oturmuş sallanıyorum. Orta şekerli bir rüzgar esiyor. Saçlarım ıslak, kafam serin. Kapı aralanıyor. Tülün içinden çıkıyorsun. Şortun ve tişörtüm üzerinde ne güzel anlaşmış, kafam inceden inceden nasıl da karışmış...
-Ama kurutmamışsın saçlarını
-Bana diyene bak
-Kafam kuru uçları ıslak sadece bir kere
Kıvrılıyorsun. Yağmurun düşüyor yüzüme kokun... Sığışıyoruz koltuğa. Başın kucağımda, ayakların koltuğun tepesinde. Eşli stabile jimnastik olimpiyatları...
-Sen ne güzel bir kızsın böyle
Aralanıp bir gülücük mü attı bana gözlerin? Sanırım bir deniz gördüm.
-Ah yordum seni özür dilerim ayıp olmasın diye gülümsemek zorunda bıraktım! Isırırım seni be!
Ah evet açıldı ve gülüyor gözlerin bu sefer eminim, bir deniz gördüm.
Doğrulurken bedenin boynuma dolanıyor kolların. Çiçek açıyorsun. Yaprakları değiyor yüreğime hissediyorum.
-Ama çok üşümüş başın
-Gerçekten kurutmaya gitmemi mi istiyorsun?
Ve cilveli sarmaşığım kabuğuna çekilir...Yahu ne güzel dans edecektik ne dedim ki şimdi neden kucağım boş kaldı? Biliyorum aslında, biliyorum ve içimden dışıma gülümsetiyor beni bu edan. Git demiyor, gitmiyor bedenin. Beni çağırıyor kıvrımları sırtının, takip ediyorum ve mesajına ulaşıyorum: 'Just Do It'...
Omzuna uzanırken nefes darlığım, ellerini yakalamış bile ellerim.
Yeşil kokuyorsun.
Dumanlanıyorum.